27 May 2009

ÜÇ SÜNNETTİR



Hikaye 55 Cilt 3


Ey hak ziyası Hüsameddin, şu üçüncü defteri de meydana çıkar. Bir şeyin üç kere yapılması sünnettir. Üçüncü defterde sır hazinelerini aç, özürleri bir yana at. Senin kuvvetin Tanrı kuvvetinden sızıp gelmekte. Hararetle atan damarlardan değil. Şu aydın güneş çırağı, fitille, pamukla ,yağla, aydınlanmıyor ya.

Böylece durup duran gök kubbenin ne ipi var, ne direği1 Cebrail’in kuvveti mutfaktan değil, varlığı yaratanın cemalinden. Hak Abdal’ inin kuvveti de bil ki Hak’tandır; yemekten tabaktan değil. Onların cisimlerini nurla da yuğurdular. Onlar bu yüzden ruhu da geçtiler, meleği de. Sen de ulu Tanrının sıfatlarıyla sıfatlandın.

Halil’e olduğu gibi sana da ateş gül bahçesi haline geldi. ey unsurlar, mizacına köle olan, beş duyguyla altı cihet ram oldu. Her mizacın mayası anasıdır. Fakat senin şu mizacın, her mertebeden üstün. Senin mizacın, şu yayılmış, şu geniş alemde birlik vasfını bir araya derleyip toplayıvermiştir.

Ne yazık halkın anlayış sahası pek dar halkın havsalası yok! Fakat ey Hak ziyası, reyindeki isabet ve kudret, o kadar büyüktür ki helvan, taşa bile boğaz verir. Tur dağı, tecelliye uğrayınca boğazlandı, şarap içti, hatta o şaraba tahammül edemedi de yarıldı, zerre, zerre oldu. Hiç dağın deve gibi oynadığını gördünüz mü?

Herkes, herkese bir lokma bir şey verebilir, ama boğaz bağışlamak ancak Tanrı işidir. Tanrı, cisme de boğaz verir, ruha da. Her uzvuna ayrı, ayrı boğaz bağışlar. Fakat bu ihsanı, kendini ululuğa verdiğin, kötülükten ve hileden arındığın vakit yapar da sen de padişahın sırrını kimseye söylemez, şekeri sineğe sunamazsın.

Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki susen gibi yüzlerce dili olduğu halde dilsizdir. Tanrının lütfu, su içsin de yüzlerce ot bitirsin diye toprağa da boğaz ihsan eder. Sonra topraktan yaratılan mahluklara boğaz verir, dudak verir. Onlar da arayıp topraktan biten otları otlarlar. Hayvan, ot yedi de semirdi mi insana gıda olur, ortadan kalkar.

Fakat toprak da, ruh çıktı, insan görüşten ayrıldı mı insanı yiyip sömürür. Zerreler gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını söylesem söz uzar gider. Yaprakların gıdası onun kereminden dallara dadı, onun umumi ve şamil lütfu rızıkların rızkını o vermekte. Buğday, rızıksız nasıl baş gösterir, biter?

Bu sözün sonu gelmez. Ben, bir miktarını söyledim, öbürlerini sen anlayıver. Bil ki bütün alem yiyen ve yenenden ibarettir. Hak’la baki olanları da Hakk’a yönelmiş ve Hakk’ın makbulü olmuş bil. Bu alem de daima neşre uğrayıp durur, bu alemdekiler de. O alemle o alem alemlere gidenlerse daimi ve ebedidir.

Bu alemin de sonu yoktur, bu aleme aşık olanların da. O alem ehliyse ebedi ve bir aradadır. Kerem ona derler ki insan kendisini ebedi kılacak abıhayatı kendisine versin. Kerem sahibi, “Bakıyat-us salihat” ‘ın ta kendisisidir. Yüzlerce afetten, tehlikeden korkudan kurtulmuştur. Onlar, binlerce kişi olsalar yine bir kişiden fazla değildirler.

Hayallere kapılanlar gibi sayı düşünmezler ki. Yiyenle yenenin boğazı gırtlağı var. Galiple mağlubun aklı reyi. Tanrı adalet asasına boğaz verdi de o kadar sopaları o kadar ipleri yedi. Öyle olduğu halde o yemeden semirmedi, şişmedi. Yiyişi de hayvan yiyişi değildi, kendisi de hayvan değil.

Tanrı her doğan hayali yesin diye yakınına da asaya verdiği gibi boğaz verdi. Ayan gibi maaninin de boğazı vardır. Maaniyi rızıklandıran da Tanrıdır. Balıktan aya kadar mahlukattan hiçbiri yoktur ki gıdayı çekecek. Yitecek ağzı olmasın. Nefsin boğazı vesveseden boşaldı mı ululuk vahyine konuk olur.

Akılla gönlün boğazında fikir kalmadı mı midenin hazmına muhtaç olmayan bakir rızkı bulur. Fakat bil ki bunun şartı mizacı tebdil etmektir. Çünkü kötülerin ölümü kötü mizaçtandır. İnsanın mizacı toprak yemeye alışırsa rengi sararır, kötüleşir. İnsan hastalanır, düşkün bir hale gelir.

Fakat kötü mizacı değişirse kötülüğü gider, yüzü çırağ gibi parlar. Dadı. Süt emer çocuğunu türlü, türlü nimetlerden gıdalandırır. Ama çoğunu memeden kesti mi ona yüzlerce bahçelerin, bostanların yolunu açar. Çünkü meme, o zayıf çocuk için binlerce nimetlerin, binlerce yemeklerin, binlerce ekmeklerin hicabıdır.

Hulasa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş kendini gıdadan kesmeye çalış. Vesselam. İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır. Bedenin neşçi kanla vücut bulur. Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar.

Lokmadan kesildi mi lokman kesilir, gizli matluba talip olur. Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarıda pek düzgün, pek güzel bir alem var. Boyuna, enine geniş bir yeryüzü orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler. Dağlar ,denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar.

Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü güneş,ay ışığı yüzlerce Süha yıldızı. Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller, bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte. O alemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki. Sen neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?

Bu daracık çarmıhta kan yemektesin, hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin. Çocuk kendi haline bakıp bunları inkar eder bu elçilikten yüz çevirir, kafir olur. Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak.

Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz. İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür alemden bahsetti mi, “ Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur. Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir alem var” dedi mi. Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez.

Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz. Nitekim o ana karnında ki çocuk da kana tamah ettiğinden o aşağılık yurtlara kan onun gıdası olduğundan. Tamah ona bu aleme sözü duyulmaz bedendeki kanı, gönlüne sevdirir.

Sende bu alemin güzelliğine tamah etmektesin de bu tamah, o ebedi alemin güzelliğine perde oluyor. Gururla dopdolu olan bu hayatın zevki seni doğruluk hayatından uzaklaştırmakta. İyi bil ki tamah seni kör eder. Şüphe yok senden yakını örter. Tamah yüzünden hak, sana batıl görünür.

Tamah yüzünden sende körlükler artar durur. Doğrular gibi tamahtan çekinde ayağını o eşiğin üstüne bas. O kapıdan girdin mi kurtulursun gamdan da dışarıya ayak atmış olursun neşeden de. Can gözün aydınlanır hakkı görür, küfür karanlığından kurtulur din nuru kesilir. Erlerin öğüdünü. Canla başla dinle de korkudan kurtulup emniyete eriş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder