27 May 2009

MESNEVİ'Yİ KINAYANA CEVAP



Hikaye 150 Cilt 3


Ey kınayan köpek sen hav ,hav edip duruyor da Kuranı kınamakla hükmünden kendimi kurtarırım mı sanıyorsun. Bu o aslan değil ki ondan canını halas etmeğe muvaffak olasın. Yahut kahrının pençesinden imanını kurtarasın. Kuran kıyamete kadar ey kendilerini bilgisizliğe feda edenler diye nida eder.

Der ki. “ Siz beni masal sandınız da kınama ve kafirlik tohumunu ektiniz. Fakat kınayıp da aslı yok masaldan ibaret dediniz. Ama gördünüz ya siz yok oldunuz siz masal oldunuz. Ben Tanrının kelamıyım Tanrıyla kaimim canım canına gıdayım arı duru parlak bir yakutum. Ben güneşin nuruyum sizin üstünüze vurdum sizi aydınlattım.

Fakat güneşten ayrılmış değilim. Bakın ben aşıkları ölümden kurtarmak için buracıkta akıp duran bir abıhayatım. Hırsınız hasediniz bu kötü kokuyu almasaydı, Tanrı sizin mezarlarınıza da bundan bir katrecik saçardı. O hakimin sözünü o hakimin öğüdünü tutmaz mıyım hiç her kötü ve yanlış kınama yüzünden gönlümü bozmam işimden sözümden kalmam.

Hakim-i Gaznevi buyurmuştur ki: tayla anası su içerken seyisler atlar gelsinler su içsinler diye ıslık çalıyorlardı. Tay ıslık sesini duyunca başını kaldırdı ürküp su içmekten vazgeçti. Anası “ Yavrucuğum neye ürküyorsun su içmiyorsun” diye sordu. Tay dedi ki. “ Bunlar ıslık çalıyorlar hep birden ıslık çalmalarından korktum. Yüreğim titredi yerinden oynadı. Hep birden ıslık çalıp bağırmaları beni korkuttu”

Anası “Dünya kurulalı abes işler de bulunanlarda vardı. Bu dünya böyle kurulmuş böyle gider! Benim akıllı yavrucuğum onların kendi saçlarını sakallarını yolmaları yakındır” vakit var tertemiz ve gür su da akıp gidiyor. Sudan ayrılırsın ayrılık seni şahrem, şahrem eder. Bundan önce davran da abıhayatla dolu olan ırmaktan su içmeye bak.

İç de senden nebatlar bitsin ey gafil susuz biz velilerin sözlerinden Hızır’ın Abıhayatını içmekteyiz gel. Bu gür suyu görmüyorsan bari körler gibi gel de testini suya daldır. Bu ırmakta su var bunu duydun ya köre taklitle iş yapmak gerek. Suyu sayıklayıp duran testini ırmağa daldır, daldırınca ağırlaştığını anlarsın. Anlarsın da su olduğuna inanırsın. Gönlün o zaman bu kuru taklitten kurtulur. Kör ırmak suyunu açıkça göremez ama testinin ağırlaştığını anlayınca su olduğunu bilir. Çünkü testi önce hafif di ırmağa daldırınca ağırlaştı. İçi hayli suyla doldu. Evvelce her yel beni kapıp beni götürürdü. Fakat şimdi ağırlaştım beni yel kapamaz artık.

Akılsız kişileri her türlü yel kapıp gider. Çünkü onların kuvvetleri sağlam değildir. Kötü ve hayırsız adam lengersiz gemidir. Ne demir atmıştı ne bir yere bağlıdır. Deli rüzgarlardan kurtulamaz ki. Akıllıya emniyet ve huzur veren akıl lengeridir. Akıllılardan bir lenger dilen.

İnsan o cömertlik denizinin inci hazinesinden alık fikir kazanırsa bunların yardımıyla gönlü marifetler elde eder. Gönüllükten çıkar yücelir gözleri de nurlanır. Çünkü nur gönülden doğar da bu göze vurur. Gönül olmasa gözün hiç bir şey göremez. Gönül akıl nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir.

Bil ki gökten inen mübarek su gönüllere gelen vahiydir. Dillere gelen doğru sözdür. Biz de tay gibi ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım aldırış etmeyelim. Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş. Halkın bütün kınamalarını hava say. Yol aşan menzil alan yol erleri ne vakit köpeklerin havlamasına kulak astılar.

Sen de din yoluna girmeyi o yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan içinden seslenir “ A sapık o yola gitme eziyetlere düşer yoksul olur kalırsın. Dostlarından ayrı düşer hor hakir bir hale gelir pişman olursun” sen de o melun şeytanın sesinden korkar yakinden kaçar sapıklığa düşersin.

“ Hele yarın hele öbür gün din yoluna girer koşar yürürüm, daha önümüzde vakit var” dersin. Sağdan soldan ölümün gelip çattığını görürsün komşuların ölür evlerinden feryatların yükselir derken yine can korkusuyla din yoluna girmeye niyetlenir bir an olsun kendini adam edersin.

Ben korkup ayağımı geri çekmem diye ilimden hikmetten silahlar kuşanırsın. Bu sırada şeytan yine hileye sapar seslenir. Bu kulluk kılcından kork geri dön. Yine korkar aydın yoldan kaçar o ilim ve hüner silahlarını atarsın. Yıllardır bir ses bir bağırış yüzünden ona kulsun. Hırkanı böyle bir karanlığa atmışsın.

Şeytanların bağırışlarındaki heybet halkı kıskıvrak bağlamış boğazlarını sıkmıştır. Onların canları nura kavuşmaktan öyle meus olmuştur ki kafirlerin ruhları da kabirdekilerin dirilmesinden ancak o kadar meustur. O melunun sesinin heybeti bu olursa gayrı Tanrının sesindeki heybet ne olur.

Doğandan aslı, nesli belli olan keklik korkar. Sineğe o korkudan pay yoktur çünkü doğan sinek avlamaz ki. Sinekleri ancak örümcekler avlar. Şeytan örümcek senin gibi sineğe galiptir. Keklikle karakuşla işi yok. Şeytanların bağırışları kötü kişilere çobanlık eder. Padişahın sesiyse velilerin bekçisidir. Bu suretle birbirinden uzak olan bu iki ses birbirine karışmaz tatlı denizden bir katra bile acı denize taşmaz.

Şimdi o şiddetli ses hikayesini dinle. O iyi bahtlı konuk sesi duyunca yerinden bile kıpırdamadı. Dedi ki. “ Bu ses, bayram davulu sesi., neden korkacakmışım? Tokmağı yiyen davul; o korksun! Ey kalbi olmayan boş davullar, can bayramınızdan kısmetiniz, tokmaktan ibaret.

Kıyamet bayramında dinsizler davul. Bizse gül gibi gülmekteyiz, bayrama erişenlere benziyoruz. Şimdi duy da bak, bu davul nasıl ses vermekte devlet tenceresi nasıl kaynamakta. O er, davulun sesini duyunca “ Gönlüm, titreme korkma yakine erişmiş kötü gönüllülerin canları öldü gitti. Haydar gibi ya ülkeyi zapt ederim ya canım bedenimden gider.”

Yerinden fırladı bağırdı. “ Ey ulu adam, işte buracıkta hazırım hadi ersen gel! Tılsım hemencecik bozuldu, her taraftan ulam, ulam altın dökülmeye başladı. Öyle altın döküldü ki oğlancağız, kapının bile kapanıp açılmayacağından korktu. Ondan sonra o kuvvetli aslan kalktı, ta seher çağına kadar altını dışarıya götürmekteydi. O canıyla oynayan er gerisin geriye çekilip kaçan korkakların ramine definelerine sahip oldu.

Her kör ve hakikatten uzak kalmış altına tapan kişinin hatırına bu hikayeyi duyunca derhal zahire altın gelir. Çocuklar saksıları kırar o kırık parçalara altın adını takar eteklerine koyarlar. Oyun oynarken o parçalara altın adını taktın ya artık ne vakit altın desen çocuğun aklına saksı kırıkları gelir. Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır ne bu altın.

Onlar üstüne Tanrının adı basılmış hakiki altını kast ederler. O altın ne fesada uğrar ne ziyana ebedi ve daimidir. O altın öyle bir altındır ki bu zahiri altın parlaklığını ondan almış kadir ve kıymeti ondan bulmuştur. Gönül o altından ganileşir parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür. O mescit bir mumdu, adamda pervane. O pervane huylu adeta canıyla oynamaktaydı.

Ateş kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atıma aşıka pek kutlu geldi pek. O bahtı kutlu Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir görmüştü. Tanrı ona birçok inayetlerde bulunmuştu. O gördüğünü ateş sanıyordu ama nurdu. Oğul sen de Tanrı erini görünce ondan insanlık ateşi var sanıyor onu insan görüyorsun. Sen onu kendiliğinden insan görüyorsun.

Halbuki o sıfat sende. Batıl zannın ateşi de bu tarafta dikeni de. O Musa’nın ağacıydı. O ışıklarla dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş demede nur de. Bu dünyadan vazgeçmekte ateş görünmedi mi? Fakat salikler o makama gittiler bu alemi terk ettiler de nurdan ibaretmiş. Bil ki din mumu yücedir ateşten ibaret olan mumlara benzemez.

Bu zahiri mum ateş görünür fakat sevgiliyi yakar. Din mumuysa sureti ateş görünür. Fakat ziyaretçilere gül kesilir. Bu zahiri mum çok işler bitirir, fakat hakikatte adamı yakar. Din mumuysa vuslat zamanı gönül aydınlatır. Tanrıya layık olan pak nurun şulesi, ona ulaşanlara nur görünür ama ondan uzak kalanlara ateş gibidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder