26 May 2009

ADIN ÖMER İSE



Hikaye 166 Cilt 6


Kaş şehrinde adın Ömer olursa yüz kuruş versen kimse sana lavaş satmaz. Bir dükkana gidip ben Ömer’im kerem edin de bu Ömer’e ekmek satın dedin mi. Dükkancı der ki: yürü öbür dükkana git oradaki bir ekmek buradaki elli ekmekten iyidir. Adam şaşı olmasa başka dükkan yok ki derdi. Onun şaşılığı gitse de nuru, kaşlının gönlüne vursaydı o vakit de Ömer Ali olurdu.

Fakat bu dükkancı buradan oradaki ekmekçiye ekmekçi diye bağırır bu Ömer’e ekmek sat. O da Ömer adını duydu mu ekmeği gizler onu başka ve uzak bir dükkana yollar. Arkadaş diye bağırır bu Ömer’e ekmek ver. Yani sesimi duyda sırrımı anla demek ister. O da seni ekmek almak için Ömer geliyor diye oradan başka bir dükkana yollar.

Bir dükkanda Ömer’im dedin mi yürü bütün Kaşanı gez, ekmekten mahrumsun. Fakat bir dükkanda Aliyin dedin mi oracıkta ekmeği parasız zahmetsiz alıver. Biri iki gören şaşı bile zevkten mahrum olur. Halbuki sen biri on görüyorsun ey anasını satan Kaşan olan bir yeryüzünde şaşkınlığından Ali olmadınsa Ömer gibi gez dolan gayrı.

Hadi hayra karşı bu yıkık manastırda şaşıya yeniden yeniye göçler vardır. Fakat hakkı tanıyan gören iki göze sahip olursan iki alemde dostla dolu görürsün. Bu korku ve ümitle dolu Kaşan la oradan oraya yollanmadan kurtulursun. Bu ırmakta konca yahut ağaç gördün mesela her ırmakta olduğu gibi onu hayal sanma buna kışların aksi doğrudur ve Tanrı bunlardan sana meyve satar.

Göz bu su yüzünden şaşkınlıktan azat olur. Oradaki akisleri görür sepeti meyvelerle dolar. Şu halde hakikatte bu su değildir bağdır. Artık sende Belkıs gibi happeleri görüp soyunmaya kalkışma. Eşeklerin sırtında çeşit, çeşit yükler var kendine gel, bu eşekleri bir sopayla sürme. Eşeğin birindeki yük Laal ve mücevherdir öbüründeki yük taş ve mermer. Her ırmağı da bir sanma.

Bu ırmakta ay gör ayın aksi deme. Bu hayvanların içtiği su değil Hızırın içtiği Abıhayat. Onda ne görünürse doğrudur. Bu ırmağın dibinde görünen ay ben ayım, ayın aksi değilim. Seninle konuşan seninle yol arkadaşlığı benim der. Bu suyun üstünde ne varsa diler onlara el at diler suyun içine vuran akislerine.

Bu suyu başka sulara kıyas etme bu ay yüzlünün ışığına ay de. Bu sözün sonu gelmez o garip muhtesibin derdi ile dertlendi bir hayli ağladı.

O adamın borç alışı halka yayıldı. Kethüda onun derdi ile dertlendi. Borcunu para toplayıp vermek üzere şehirde dolaşmaya her yerde hararetli ,hararetli o adamın halini anlatmaya başladı fakat bu dilencilikle o para dileyen adamcağızın eline ancak yüz altın girdi. Gelip adama hali anlattı. Adam Kethüdanın iki eline yapışıp kalktı, onun delaletiyle o şaşılacak derecede ihsan sahibi olan Muhtesibin mezarına gitti. Dedi ki: bir kula Tanrı muvaffakiyet verir de kutlu bir adama konuk olursa ev sahibi onun yoluna bütün malını mülkünü kor mevkiini bile onun mevkiine feda eder. Artık ona şükretmek Tanrıya şükretmekten ibarettir. Çünkü Tanrı o ihsan sahibine ihsana eş etmiştir.

Buna şükretmemek Tanrıya şükretmemektir. Onun hakkı şüphe yok ki Tanrı hakkı demektir. Nimet ve ihsanlarına karşılık Tanrıya şükret fakat ihsan edene de şükret onu da an. Ananın merhameti Tanrıdandır ama ona kulluk etmek, hizmette bulunmak da hem farzdır, hem de yerinde bir iş.

Tanrı işte bu yüzden “ Muhammed’e salavat getirin” dedi. Çünkü Muhammed, inananların dönüp başvurdukları zattır. Tanrı kıyamette kula “ Ne getirdin, sana verdiğim nimetlere karşılık ne yaptın?” der. Kul der ki: yarabbi sana can ve gönülden şükrettim. Çünkü o rızık ve ekmek, asıl bakımından sendendi.

Tanrı der ki: hayır, sana ihsan edene şükretmediğin için bana da şükretmedin. Bir kerem sahibine zulmettin, sitemde bulundun. Halbuki onun yüzünden benim nimetlerime nail olmadın mı? Hasılı o garip de velinimetinin mezarına gelince ağlayıp inlemeye koyuldu. Dedi ki: ey her yoksulun dayandığı güvendiği zat. Ey himmeti umulan ey yolda kalanların imdadına erişen!

Ey rızıklarımız için gam yiyen bizi hatırlayan ey ihsanı, lütfu, Tanrı rızkı gibi umumi olan! Ey yoksullara aşiret ve ana baba olan ey onlara geçinmek harcanmak ve borçlarını vermek için ana baba gibi yardım eden! Ey deniz gibi yakınlarına inci uzaklarına yağmur hediye eden!

Ey güneş sırtımız senin hararetinle ısınmıştı. Her köşkün parlaklığı sendendi, her yıkık yerin definesi sendin. Kaşının çatıldığını kimsecikler görmemişti ey mikail gibi rızık ve azık veren ey gönlü gayb deniziyle birleşmiş, ey ihsanı Kaf dağında gayp Anka’sı kesilmiş zat! İhsan ederken malımdan ne gitti acaba diye aklına bir şeycikler gelmezdi. Himmetinin yüce tavanı bir kere olsun yarılmadı senin.

Her ay her yıl ben de benim gibi yüzlerce kişi de senin soyun sopun olmuştu adeta. Paramız, soyumuz, varımız yoğumuz adımız sanımız bahtımız devletimiz bizim geçimimiz, bizim verile gelen rızkımız öldü. Sen mecliste de ihsan ve keremde de bir kişiydin ama bine bedeldin. İhsan esnasında yüzlerce Hatem’din adeta.

Hatem cansız şeyi ölü gönüllü adama verir sayılı birkaç ceviz ihsan ederdi. Sense her solukta öyle bir hayat bağışlamadasın ki onun güzelliğini anlatmaya ömür yetmez. Sen ebedi bir hayat tükenmez ve sayılmaz altınlar bağışlarsın. Ey gökyüzünün civarına secde ettiği zat bir huyuna bile mirasçı yok senin. Lütfun halka çobanlık etmede gam kurtundan korumada Tanrı Kelim’i gibi, merhametli bir çoban hem de.

Tanrı Kelim’i çobanlık ederken sürüden bir koyun kaçmıştı. Musa peşine düştü koşmaya başladı çarıklarını çıkardı ayaklarının altı şişti kabardı. Akşama kadar onu aradı. Koyun da gözünden kayboldu. Fakat nihayet koyun yorulup kaldı, Tanrı Kelim’i de onu yakaladı. Merhametle arkasını, başını okşamaya anası gibi onu sevmeye koyuldu.

Bir parçacık bile öfkelenmedi, kızmadı. Yalnız sevdi acıdı gözünden yaşlar döküldü. Dedi ki. Tutalım bana acımadın kendi kendine neden zulmettin? Tanrı o anda meleklere dedi ki. Peygamberliğe Musa yaraşır. Mustafa buyurmuştur ki. Her peygamber, gençliğinde yahut çocukluğunda mutlaka çobanlık etmiştir.

Çobanlık etmeden o sınavı geçirmeden Tanrı ona alem başbuğluğunu vermez. Birisi sen de ettin mi? Diye sordu. Dedi ki. Ben de bir müddet çobanlık ettim. Vekarları sabırları meydana çıksın diye Tanrı onları peygamber yapmadan çoban yapmıştır. Her buyruk sahibinin de insanlara çobanlık ederken Tanrı buyruğunu gözetmesi gerektir.

Kendisi sürüsünü güderken Musa gibi halim olması, akıl ve tedbirle bu işi görmesi lazımdır. Böyle harekette bulunursa Tanrı ona ayın üstünde, yücelikler aleminde bir ruhani çobanlık verir. Nitekim peygamberleri de bu çobanlıktan kurtarmış, onlara temiz kulların çobanlığını vermiştir. Sen bu çobanlıkta öyle doğru hareket ettin ki sana bir ayıp bulan kör olur.

Biliyorum Tanrı mükafat olarak sana o alemde de ebedi bir başbuğluk verir. Ben de deniz gibi cömert eline senin lütfuna ihsanına güvenerek hiç yoktan tam dokuz bin altın borç ettim. Neredesin sen ki lütfunla bu tortu saf bir hale gelsin. Neredesin ki yeşillik gibi gülesin de onu da al. Onun on mislini de al diyesin.

Neredesin ki beni güldüresin, efendiler gibi lütufta bulunasın, ihsan edesin. Neredesin ki beni hazine götüresin da borçtan da emin edesin, yoksulluktan da. Ben yeter dedikçe, sen ihsanını fazlalaştırasın da bunu da hatırım için al diyesin. Bir alem nasıl olurda toprak altına sığar? Bir gökyüzü nasıl olur da yere girer?

Haşa Tanrı hakkı için sen, diriyken de bu alemden dışarıda değilsin, şimdi de. Gayb havasında bir kuş uçar ama gölgesi yere vurur. Beden, gönlün gölgesinin,gölgesinin gölgesidir. Nereden beden gönül mertebesine erişecek? Adam uyur, ruhu, güneş gibi gökyüzünde parlar. Bedense yorgan altındadır. Can, boşluklarda astar gibi gizlidir, bedense yorganın altında döner durur.

Ruh, “Rabbimin emrindedir” gizlidir. Onun için nasıl bir örnek versem anlatmaya imkan yoktur. Acaba o şekerler saçan dudak nerede? O güzel cevapların, o sırların hani? O şeker çiğneyen akik dudaklar, o müşküllerimizdeki kilitlerin anahtarı ne oldu? Nerede o zülfikar gibi sözler, nerede o akılları kararsız bir hale getiren laflar?

Yuvasını arayan kumru gibi niceye bir “ Kü- Kü nerede, nerede” deyip duracaksın? Nerede? Rahmet sıfatlarının bulunduğu yerde Kudretten arılıktan akıldan ve anlayıştan ibaret olan alemde? Nerede olacak? Aslanın daima ormanda oluşu gibi o da gönlüyle düşüncesinin daima bulunduğu alemde. Nerede olacak Kadının erkeğin dert ve mihnet zamanı ümit bağladığı cihanda.

Nerede olacak? İnsan hastalanınca sıhhat ümidiyle göz diktiği yerde. Bir kötülüğü gidermek için yalvardığın bir harmanı savurmak bir gemiyi sürmek için rüzgar beklediğin alemde. Gönlün işaret ettiği dilin “ Ey o” diye dile getirdiği yerde. Nereden, nerede diye aramaya lüzum yok, Tanrıyla iste, keşke ben de çulhalar gibi hep mekik deyip dursam bu sırrı bilen aklı dileseydim.

Aklımız doğuyu da görür batıyı da. Akıldan ruhlara yüzlerce çeşit şimşekler çakar. O, köpüklü bir denizle beraber kabardı, kıyıyı kapladı. Sonra denizle beraber çekildi. Kıyıyı kaplayışı geçti, çekilişi kaldı! Dokuz bin altın borcum var. elimden tutanım yok. Elimde yalnız bütün şehirden toplanmış yüz altın var, işte bu kadar! Tanrı, seni çekti aldı.

Ben bu kargaşalıklar içinde kaldım. Ey toprağı bile güzel zat, ümitsiz bir halde gidiyorum. Seni hasretinle iştiyakınla dolu olan kuluna bir himmet et ey yüzü de eli de himmeti de kutlu zat! Kaynağın, ırmakların başına geldim, fakat orada su yerine kan buldum. Gök, o gök, fakat ay ışığı o ay ışığı değil. Irmak o ırmak, fakat su o su değil! İhsan sahipleri var ama o tertemiz ihsan sahibi nerede? Yıldızlar var ama hani o güneş?

Ey saygı değer zat, en Tanrı’ya gittin, bari ben de Tanrıya gideyim. Bütün devirlerde gelip geçenlerin toplandıkları yer, bayrağın dibidir, orası ne güzel bir topluluk yeridir. Tanrı “ Her şey tapımızda toplanır” der. Tanrı topluluk yeridir. Resimler ister haberdar olsunlar, ister olmasınlar, hepsi de ressamın elinde toplanır. O nişansız Tanrı anbean onların düşünce sahifesinde bir şeyler yazar, yazdıklarından bir kısmını siler durur.

İnsanı kızdırır, hoşnutluğu giderir, nekesliği getirir, cömertliği giderir. Aklım fikrim, zihnim yarım lahza bile bu yazıyı bozmadan hali değil. Testici testi ile uğraşıp durdukça testi hiç kendiliğinden genişleyebilir, büyür mü? Tahta dülgerin elindedir. Yoksa nasıl olur da kesilir, yahut başka bir tahtayla birleşir? Kumaş, bir terzinin elinde olmadıkça kendiliğinden nasıl dikilir yahut biçilir? Su kabı, ey akıllı adam sakanın elindedir. Öyle olmasa kendi kendine nasıl dolar, boşalır? Sen de her an dolmada boşalmadasın. Bil ki onun sanat elindesin.

Gökyüzündeki bu bağ kalktı mı sanatın sanatkarın elinde halden hale girmekte olduğunu anlarsın. Gözün varsa kendi gözünle bir bak. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir ahmağın gözüyle bakma. Kulağın varsa kendi kulağınla dinle duy. Neden sersemlerin kulağına kapılıyorsun? Taklide uymaksızın bakmayı adet edin, kendi aklını koru, onu düşün sen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder