26 May 2009

BEY'İN GÜZEL ATI



Hıkaye 167 Cilt 6


Bir beyin pek güzel bir atı vardı. Padişahın at sürülerinde eşi yoktu. Bir gün o ata binip padişahın alayına katıldı. Harzemşah’ın gözü, ansızın ona ilişti. Atın çalımı, rengi padişahın gözünü aldı. Dönünceye kadar o attan gözünü ayıramadı. Hangi uzvuna baksa öbüründen daha güzel görünüyordu. Çevikliğinden, güzelliğinden ruhaniyetinden başka Tanrı ona eşsiz bir güzellik vermişti. Padişah aklıyla şöyle bir, araştırdı. Bu nedir ki aklımı çeldi? Dedi.

Gözüm böyle atları çok ördü, toktur, ganidir. Belki böyle güneş gibi iki yüz at görmüş, aydınlanmıştır. Şahların ruhları bence beydaktır. Böyle olduğu halde nasıl olur da bir yarım at, haksız olarak gözümü çeler? Yoksa büyücüleri yaratan bir büyü mü yaptı? Bu, onun çekişi olmalı, atın hassası değil. Fatiha okudu, bir hayli lahavle çekti. Fakat okuduğu fatiha gönlündeki derdi çoğalttı. Çünkü padişahı çeken zaten fatihaydı. Fatiha bir muradın olmasında, bir kötülükten kurtulmada birebirdir. Ama onu bu derde sokan, fatihanın sahibi Tanrıydı. Göze bir başkasını gösterirse bu onun işidir. Gözden kendisinden başkası kaybolur, göz yalnız Hakk’ı görürse bu da onun uyandırmasıdır. Padişah, iyice anladı ki gönlünün akması Tanrıdan. Tanrının işi her an eşsiz örneksiz şeyler yaratmaktır.

Onun hilesiyle taştan öküze , taştan ata tapar, secde ederler. Kafire göre putun bir ikincisi olamaz. Halbuki putta ne bir kudret vardır, ne bir ruhaniyet. Öyle olduğu halde o gizliden gizli gönülleri çekip duran nedir? O, bu aleme başka bir alemden parlamadadır. Bu pusuyu akılda görmez canda. Ben göremiyorum sen görebiliyorsan gör.

Harzemşah, gezintiden dönünce saltanat erkanının ileri gelenlerine sırrını açtı. Derhal, çavuşlara o atı. Beyden alıp getirmelerini emretti. Çavuşlar ateş gibi koşup vardılar. Dağ gibi olan o bey yüne döndü adeta. Dertten elemden canı ağzına geldi. imadülmülk’ten başka derdine derman olacak kimseyi göremedi. İmadülmülk onun bayrağıydı. Herkes onun altına gelirdi.

Her zulüm gören dertten ölüm haline gelen koşar ona başvururdu. Ulular içinde ondan daha saygılısı ondan daha üstünü yoktu. Padişahın kapısında adeta bir peygamberdi. Vezirliğe tamahı yoktu. Soyu sopu temizdi zahitti, ibadet ehliydi. Geceleri kalkar Tanrıya ibadette bulunurdu. Cömertlikte de sanki bir hatemdi. Rey ve tedbiri pek kutluydu. Her hususta reyi sınanmıştı.

Can vermede de cömertti. Mal vermede de. Yeni ay gibi gayb güneşini dilerdi. Beylikte garipti kimsesizdi. Yokluk ve Tanrı sevgisi sıfatlarında gizlenmişti. Her ihtiyaç sahibine baba gibiydi. Padişahın tapısında şefaatçiydi her zararı def ederdi. Kötülere Tanrı hilmi gibi örterdi. Hasılı huyu halkın huyundan bambaşka ve tamamıyla aykırıydı.

Kaç kere vezirliği bırakıp ibadet için yalnızca dağlara yönelmişti de padişah yüzlerce niyazlarda bulunarak onu önlemişti. Her an yüzlerce suça şefaat etse padişah ondan utanır şefaatini kabul ederdi. O bey adalet ve insaf sahibi imadülmülk’ ün yanına baş açık bir halde koştu. Başına topraklar serpiyordu. Dedi ki Haremde neyim var neyim yoksa hepsini alsın yağmacılara buyursun varımı yoğumu yağma ettirsin.

Fakat şu bir tek at yok mu o benim canımdır. Ey beni seven hayrımı isteyen! İyice bil ki onu alırsa öldüm ben. Bu atı elimden alırsa muhakkak biliyorum ki yaşayamam artık. Tanrı sana bu yakınlığı ihsan etmiş ey Mesih hemen elinle başımı okşa kadına da sabrederim, altınım akarım gitse de aldırmam. Bu ne uydurmalar nede hile eyer inanmazsan bu hararetimi yalan sanırsan hazırım.

Sına; sözü doğrumu yalan mı anla! İmadülmülk bu hali gördü gözleri yaşardı, ağladı. Gözlerini silerek perişan bir halde padişahın tapısına koştu. Padişahın huzurunda durdu. Ağzını yumdu fakat içinden kulların Tanrısına gizlice yalvarıyordu, ayakta duruyor fakat sultanının içinden geçirdiği şeyleri duyuyordu. Gönlünden şunları düşünmekte Tanrıya şöyle niyaz etmekteydi.

Yarabbi, o genç, eğri yola gittiyse affet senden başkasına sığınmak doğru değil. Fakat sen onun yaptığını bakma sana layık olanı yap. O tutsak olan kullardan halas olmasını beklemede. Fakat sen halas et onu. Çünkü bu halkın hepside muhtaçtır yoksulundan tut da padişahına kadar hepsi. Yüceliklere sahip dururken bir mumdan bir mum yalımından yol bulmayı ummak. Güzelim parlak güneş meydandayken mumla kandilden ayrılmak istemek. Fakat şüphe yok ki bizim şanımız edebi terk etme nimete karşı küfranda bulunma heva ve hevesinize uymadır.

Aklıların çoğu düşünceye daldığı zaman yasa gibi karanlığı sever geceleyin yarasa bir kurtcağız yese bu kurt’u bile can güneşi beslemiş yetiştirmiştir. Yarasa geceleyin o kurt’u yiyip sarhoş olduysa kurt yine kurt yine güneş yüzünden canlanmıştır. Işığın aydınlığı meydana getiren güneş düşmanını bile doyurmaktadır.

Fakat yarasa olmayan iri doğan kuşunun açık gözü doğru yolu görür aydındır o da yasa gibi geceleyin gelişmek istese o vakit güneş edebe sokmak için kulağını çeker. Der ki. Tutalım o inatçı yarasanın bir illeti var ya sana ne oldu? Sana bir dert vereyim seni bir zahmete sokayım da bir daha güneşten çekinmeyesin.

Yusuf da zindanda bulunan birisine yakardı ondan yardım diledi. Dedi ki: buradan çıkınca ve Padişahın tapısında işim düzelince o azizin huzurunda beni an halimi söyle de beni bu hapisten kurtarsın. Hiç sıkıntı içinde bulunan bir mahpus nasıl olurda başka bir mahpus kurtarabilir dünyadakilerin hepsi de mahpustur.

Zindandadır. Şu fani dünyada ölümü bekleyip dururlar. Pek nadirdir. Öyle bir adam ki bedeni zindanda ruhu yedinci kat gökte olsun. Hasılı Yusuf’ta o adamı kendine yardımcı gördüğünden zindanda beş küsur yıl kaldı. Şeytan o adamın aklından Yusuf’u çıkardı, gönlünden Yusuf’un sözünü kaybetti. O güzel huyludan böyle bir suç meydana geldiği için adalet sahibi Tanrı onu yıllarca zindanda bıraktı.

Adalet güneşinin ne kusuru oldu ki sen yarasa gibi karanlıklara düştün. Denizden buluttan ne kusur meydana geldi ki sen kumdan seraptan yardım istiyorsun. Halk aklı ermeyenler yarasa tabiatındadırlar. Onlar geçici şeylere başvururlar kendileri gibi her şeyleri gelgeçtir. Fakat ey Yusuf senin bari gözün açık. Bir yarasa karanlıklara başvurur olmayacak şeylere müracaat eder.

Fakat padişah doğanın gözüne ne oldu ki dedi. Üstat bu suç yüzünden bir daha çürümüş sopaya dayanma çürük tahtaya basma diye onu cezalandırdı. Fakat Yusuf’u da gönlüne o mahpusluktan bir dert gelmesin diye kendisiyle meşgul etti. Tanrı ona öyle bir ünsiyet öyle bir sarhoşluk ver di ki, gözünde ne zindan kaldı ne karanlık.

Zindan Rahimden daha aşağılık daha kötü daha karanlık daha kanlı ve daha kokuşuk değil ya. Tanrı rahimde sana kendi tarafından bir pencere açınca bedenin günden güne gelişti. O zindan da kıya kabul etmez bir zevkle bedenin duyguları adeta dikilmiş bir ağaç gibi güzelce açıldı.

O rahimden çıkmak sana pek güç gelirdi. Ananın kasığından arkaya doğru kaçardın. Lezzet dışardan gelmez içten gelir. Bunu böyle bil. Köşkleri kaleleri aramayı ahmaklık say. Birisi Mescit bucağında sarhoş ve neşelidir. Öbürü bağda bahçede suratını asar Muradına erişmez bir zevk bulamaz. Köşk bir şey değildir. Bedenin yık define yıkık yerdedir a benim beyim. Görmüyor musun bunu şarap meclisinde sarhoş yıkılınca zevk alıyor. Ev suretlerle dolu ama yık onu yık da defineyi bul sonra yine yap. Tasvir ve hayal nakışlarıyla dolu bir ev şu resimlerde vuslat definesinin üstüne çekilmiş perdeye benzer.

Şu gönülde suretler coşup duruyor ya onların hepsi definenin ışığı altınların parlayışı. Su arı durudur. Fakat üstünü köpük kaplamış köpük suya bir şey vurmasına mani oluyor. Değerli camda latiftir coşkundur. Fakat insanın bedeni onun üstüne çekilmiş bir perdedir. Halkın dilinde söylene duran atalar sözünü duysana bize bizden gelir her ne gelirse.

Bu köpüğe tapan susuzlar da köpük yüzünden arı duru sudan uzaklaşmışlardır. Ey güneş sen gibi bir kıblemiz bir imanımız varken yine de geceye tapmakta yarasalık etmekteyiz. Ey yardımı dilenen lütfet de bu yarasaları civarında uçur onları bu yarasalıktan kurtar. Bu genç bana müracaat etti. Bu suç yüzünden yol sapıttı seni kaybetti.

Fakat sen onun kusuruna bakma ormanlardaki aslanın gönlünden bir şeyler geçer ya imadülmülk’ ün gönlünden de bu düşünceler geçmekteydi. Görünüşte Padişahın huzurundaydı. Fakat ruhu gayp bahçelerinde uçuyordu. Melekler gibi elest ülkesinde her an yeniden yeniye şarap içmekte sarhoş olmaktaydı. İçi eğlencelerle düğün derneklerle doluydu. Dışı gamlarla kederlerle.

Bedenin içinde mezarın içinde olduğu gibi hoş bir alem vardı. O bu şaşkınlık aleminde bakalım gayp ıkliminden ne zuhur edecek diye bekliyorduk. O sırada çavuşlar o atı Harzemşah’ın huzuruna çektiler hakikaten de bu gök kubbenin altın da o çeşit o boyda o renkte at yoktu. Rengi her gözü alıyordu.

Sanki şimşekten aydan doğmuştu. Ne de güzeldi ya. Ay gibi Utarit gibi hızlı gütmekteydi. Sanki arpa yememişti kasırgayla beslenmişti. Ay bir gece içinde gök sahasını yürür aşar, ay bir gece içinde burçları dönüp dolaşıyor peki neden miracı inkar ediyorsun öyleyse. O eşi bulunmaz tek inci yüzlerce aya bedeldir.

Bir işaretiyle ay ikiye bölündü şaşılacak şey şu ki ayı yardı ama halkın duyguları zayıf olduğu için bu kadarcık bir mucize gösterdi. Yoksa peygamberlerle Tanrı resullerinin işleri güçleri göklerden de dışarıdır yıldızlardan da feleklerden şu dönen göklerden dışarı çık ta onların işlerini güçlerini seyret.

Sen yumurtada ki kuş yavrusu gibisin. Havadaki kuşların tespihlerini duymazsın mucizeler burada anlatılamaz. Sen yine atla harzemşah’ın hikayesini anlat. Köpek olsun at olsun Tanrı güneşinin lütfu neye vurursa Ashabı Kehf’in köpeğine döndürür. Sonra onun lütfunun vuruşunu da bir sanma. Taşa da vurmuştur laale de laal, ondan bir define elde etmiştir.

Taşsa yalnız bir hararet ve bir parlaklıktır güneş duvara da vurur fakat suya vurduğu gibi görünmez. Parlamaz ona bir şey vurmaz ve üstünde bir şey titremez. O tek bir padişah bir ümmet ata hayran, hayran baktı sonra yüzünü imadülmülk ’e döndürüp ey büyük adam dedi. Güzel bir at değil mi sanki yeryüzünden değil de cennetten gelmiş imadülmülk dedi ki: Padişahım gönlünün akışı sana şeytanı melek gibi göstermede.

İyice dikkat edersen görürsün pek güzel pek dilber bu at ama bedenine göre başı kusurlu. Başı adeta öküz başına benziyor bu söz harzemşah’ın gönlüne tesir etti. At gözünden düştü. Bir alım satımda garaz vasıta olur satılan şeyin o överse bir Yusuf’u üç arşın beze alırsın. Can verme çağında da Şeytan vasıtalık eder senden iman incisi alır. Ahmak derhal o sıkışık zamanda bir ibrik suyu imanını satıverir.

Halbuki o su ibriği değildir. Bir hayalden i,ibarettir. O vasıtalık eden ibrik ancak bir hile peşindedir. Bir kötülük yapmak ister. Şimdi sağlam ve semizken bile doğru şeyi bir hayal için verip duruyorsun . çocuk gibi her an madendeki inciyi satıp yerine ceviz almaktasın. Ecel gününün o hastalığında böyle bir şeyi yaparsan şaşılmaz artık.

Hayalinde bir surettir coşmuştur, fakat sınama zamanında ceviz gibi çürümüş bir şey. O hayal ilk zuhur ettiği zaman dolunay gibidir. Ama sonunda yeni aya döner. Önce bakınca onu sonra ne hale gelecekse öyle görürsün. Görürsen aldanmaz. Ondan kurtulursun. Ey emin kişi dünya çürük bir cevizdir. Onu pek sınama uzaktan bak.

Padişah o atı hal gözüyle gördü imadülmülk meal gözüyle padişahın gözü titredi ancak iki arşınlık yolu gördü. O sonu gören erse elli arşınlık yolu gördü. Tanrının insanı gözüne çektiği o sürme ne sürmedir ki can yüzlerce perdesinin ardındaki yolu görür. Kainatın ulusunun gözü sonu görmeyle eş olmuştur.

O yüzden cihanı leş gördü. Padişah bir kerecik bu zemmi duymakla iktifa etti. Gönlü attan soğudu gitti. Kendi gözünü bıraktı onun gözünü kabul etti. Kendi aklını bıraktı onun sözünü duydu. Bu bir bahaneydi o tek tanrı at sahibinin yalvarması yüzünden padişahı attan soğuttu. Atın güzelliğini örttü ona göstermedi o sözde arada kapı gıcırtısı gibiydi.

O sözü padişahın gözüne bir perde yaptı. Ay o perdenin ardından kara göründü. Ne temiz mimar ki gayp aleminde sözle afsunla kaleler yapar. Sözü sır köşkünün kapısının sesi bil. Bu ses kapının açılmasından mı geliyor kapının kapanmasından mı? Buna dikkat et. Kapı sesi duyulur kapı görünmez. Bu sesi görürsünüz kapıyı görmezsiniz.

Hikmet çengi o bir ses verdi mi dikkat et. Bakalım cennet kapılarından hangisi açıldı. Kötü söz kapısı açıldı mı bak bakalım cehennemin hangi kapısı açıldı. Kapısından uzak olsan da sesini duy. Ne mutlu gözü de açık olan kişiye. İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın gönlün rahat. Fakat bir kötülükte bulundun bir fenalık ettin mi o yaşayış o zevk gizleniverir.

Bu aşağılık kişilerin görüşüne uyup kendi görüşünü terk etme. Bu gerkesler seni leşe doğru çekerler çünkü. Nergis gibi gözlerini kapatıyor aman değneğimi tut beni yet ey ulu kişi diyorsun. Halbuki seni götürmek için seçtiğin o sopcıya dikkat edersen görürsün kü o senden de kördür. Kör gibi elini at Tanrı ipine yapış.

Tanrının emrinden nehyinden başka bir şeyin etrafında dönüp dolaşma Tanrı ipi nedir. Heva ve hevesi terk etmek. Bu heva ve heves Ad kavmine bir kasırga kesilmiştir. Halk heva ve heves yüzünden zindanda oturmaktadır. Kuşun kanadı heva ve heves yüzünden bağlanmıştır. Balık heva ve heves yüzünden kızgın tavaya düşer. Namuslu adamlardan utanma arlanma heva ve heves yüzünden gider.

Şahnenin gözü heva ve hevesten bir ateş yalımıdır. Çarmıha gerilmek ve darı ağacının korkunçluğu heva ve heves yüzündendir. Yer yüzünde beden şahnelerini gördün ya can aleminin hükümlerini yürüten şahneleri de gör. Ruha gayp aleminde işkenceler vardır. Fakat sen sıçrayıp kurtulmadıkça bu işkenceler gizlidir.

Kurtuldun mu işkenceyi azabı görürsün çünkü zıt zıddıyla görünür. Kuyuda ve kara su içinde doğan ovanın letafetiyle kuyunun zahmetini ne anlasın. Tanrı korkusuyla heva ve hevesten geçtin mi Tanrı tesliminden bir sağrak elde edersin. Heva ve hevesine uyup dolaşma. Bırak o yolu Tanrı kapısına, sel sebil ırmağına doğru gel. Heva ve hevese uyup ot gibi yelin geldiği tarafa eğilme. Şüphe yok arş gölgesi, çerden çöpten yapılma kulübelerden yeğdir.

Padişah, atı görürsün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın dedi. Fakat kendi kendine şu kadarcık bile söyleyemedi. Aslanı bu öküz başıyla aldatma. Hileyle ortaya öküz ayağını getirmedesin. Yürü, tanrı ata öküz boynuzunu vermez. Bu şöhret sahibi mimar, sanatını uygun yapar. Hiç atın bedenine öküz azası koyar mı? Mimar bedenleri uygun yaratmıştır. Köşkleri bir yerden bir yere götürülür bir tarz da kurmuştur. Köşklerin arasına balkonlar çıkarmış, bir taraftan öbür tarafa sarnıçlar açmıştır. İçlerinde sonsuz bir alem vardır.

Bir kara çadıra bunca boşluğu sığdırmıştır. Gönül gözü, ululuk ıssı Tanrı’dan daima halden hale dönmekte, daima sihri helale uğramakta bulunduğundan Mustafa, Tanrıdan çirkini çirkin hakkı hak olarak göstermesini diledi. O eşsiz imadülmülk ’ü de yaptığı o hileye sevk eden, yine saltanat sahibi Tanrı’ydı. Tanrı hilesi bu hilelerin kaynağıdır. “ Kalb ulu Tanrı’nın iki parmağı arasındadır.” Gönlüne hile ve kıyası veren tanrı, hırkasını ateşe vermeyi de bilir.

Bu güzel hikayenin de bir türlü sonu gelmiyor. Garip o zatın mezarından dönünce Kethuda, onu kendi evine götürdü. O yüz altını ondan mühürlü bir kağıt alıp kendisine teslim etti. yemek çıkardı,hikayeler söyledi. Adamcağızın gönlünde yüzlerce ümit gülü açıldı. Kolaylığın, güçlükten sonra geldiğini görmüştü. garibe buna ait hikayeler anlattı. Vakit gece yarısını bile geçti. Hikaye söylerler konuşup dururlarken uyku, onları aldı, ta can otlağına kadar götürdü.

Kethuda rüyasında o kutlu muhtesibi görü. Odanın baş köşesine geçmiş oturuyordu. Ona dedi ki: “ Ey iyi ve şirin Kethuda, neler söylediysen hepsini bir, bir işittim, duydum. Fakat cevap vermeme izin yoktu. İzinsiz ağız açamam ki. Biz işlerin gidişatını öğrenmiş olduğumuzdan ağızlarımızı mühürlediler.

Gayp sırları faş olmasın. Şu hayat, şu geçim yıkılmasın diye bizi söyletmiyorlar. Gaflet perdesi tamamıyla yırtılmasın, mihnet tenceresi yarı ham kalmasın diye susturdular bizi. Kulağımız kalmadı ama baştan ayağa kulağız. Ağzımız söylemiyor, dudağımız yok ama baştanbaşa sözüz. Ne verdiysek burada bulduk şimdi. Bu alem perdedir, o alemse asıl hakiki alem. Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür; tohumu toprağa saçma günüdür. Devşirme vaktiyse ektiğinin zuhur ettiği gündür. O gün mükafat günü, ettiğini bulma günüdür.

Şimdi benden o yeni konuğa edeceğin ihsanları duy. Onun gelip çatacağını görüp duruyordun. Onun borcundan haberim vardı. Onun için iki üç mücevher hazırlamıştım. Onların değeri borcuna yeter de artar bile. Konuğum, dertlenmesin diye bu işe girişmiştim. Onun dokuz bin altın borcu var. ona de ki. Borcunu bunların bir kısmıyla öde. Bir hayli para artar, onları harca beni de duadan unutma.

Onu kendi elimle vermeyi isterdim. Filan deftere de bunu yazmışımdır. Fakat ecel mühlet vermedi ki ona Aden incilerini gizlice vereyim. O laal ve yakutları, bir şeye sardım. Onlar, o garibin borcu için sakladığım şeylerdir, üstünde de onun adı yazılıdır. Filan kemerin altına gömdüm. O dostun gamını, önceden yedim ben. Onların değerini Padişahlardan başka kimsecikler bilmez.

Satarken dikkat et, aldatmasınlar seni. Aldanmadan korkuyorsan bir şeyi alırken Peygamberin öğrettiği gibi üç günlüğüne muhayyer olarak al. Onların kesada düşeceğinden, değerlerinin düşkün olacağından korkma. Onun revacı hiç geçmez. Mirasçılarıma da selam söyle benden. Bu vasiyeti de kıldan kıla onlara anlat. O altınların çokluğuna kapılmasınlar.

Hepsini o konuğun önüne yığsınlar. Bu kadarını istemem derse al, dilediğine ver desinler. Ben verdiğimden bir habbe bile geri almam. Memeden çıkan süt, bir daha gerisin geriye memeye girmez. Verdiğini geri alan, Peygamberin sözüne göre köpek gibi kusmuğunu yemiş olur. Bana lazım değil diye kapısını örter, o altını kabul etmezse altınları götürüp onun kapısına döksünler.

Kim oraya uğrarsa o altınları alsın, götürsün. İhlas sahibi kimseler hediye ettikleri şeyi geri almazlar. Ben o parayı o mücevherleri iki yıl önce onun için koydum, ululuk ıssı Tanrı’ya böyle nezirde bulundum. Mirasçılarım ondan bir şey almak isterler. Bunu caiz görürlerse aldıklarının yirmi misli ziyana girerler. Gönlümü incitmeden çekinmezlerse onlara yüzlerce mihnet kapısı açıktır.

Tanrı’dan tatlı dillerle dilerim ve umarım ki hakkı müstahak olana ulaştırır. Bu sözlerden sonra Kethüdaya iki şey daha anlattı ki onları anlatmak için ağzımı açmayacağım. Hem o iki şey sır olarak kalsın, hem de Mesnevi o kadar uzamasın artık. Kethüda sıçrayıp ellerini çırparak uyandı. Gah gazel okumaktaydı, gah bağırıp ağlamakta. Konuk ne sevdalardasın dedi. Ey kethuda, sarhoş ve güzel bir halde kalktın.

Gece rüyada ne gördün ey ulu er? Ne gördün de böyle şehre de sığamıyorsun, ovaya da. Filin rüyada Hindistan’ı mı gördü de böyle dostların halkasından kaçtın? Kethuda, güzel bir rüya gördüm dedi. Gönlüme doğmuş bir güneş gördüm. O uyanık muhtesibi, o sevgiliye ulaşmak için can vereni gördüm. İstekleri veren bir iş için çağrılınca bin kişiye bedel olan efendiyi gördüm.

Sarhoş ve kendisinden geçmiş bir halde böyle sayıp dökerken nihayet sarhoşluk, aklını, fikrini aldı. Evin ortasına upuzun düştü. Halk, başına üşüştü. Bir müddet sonra kendisine gelince dedi ki: Ey iyilik güzellik denizi ey akılları kendisinden geçiren! Uyanıklıkta uyku veren, gönülsüzlük aleminde gönül alıcılığı bağışlayan! Aşağılık yoksullukta bir gönül zenginliği verir.

Devlet boyunduruğunu da yoksulluk zinciri edersin. Zıddı, zıddın içine kor, yakıcı suya ateş hararetini verirsin. Nemrud’ un ateşinde bahçe gizlidir, harcamakla ihsan etmekle gelir artar. Bunu içindir ki o kurtuluş padişahı Mustafa, “ Ey nimet sahipleri, cömertlik kazançtır, kardır” demiştir.

Mal sadakayla katiyen azalmaz. Hayırlarda bulunmak, malı zayi etmez, kaybolmaktan kurtarır. Altın zekat vermekle coşar, fazlalaşır. İnsanı kötülükten, fenalıktan kurtaran namazdır. Zekat vermen keseni korur. Namazın da seni kurtlardan kurtarır, çobanlık eder sana. Tatlı meyve; dalların yaprakların arasında gizlidir. Ebedi yaşayış, ölümün içindedir. Gübre bir suretle toprağın gıdası olmuş yer, o gıda ile bir meyve doğurmuştur. Varlık, yoklukta gizlenmiştir.

Secde edilmede secde etmede mevcuttur. Demirle taş görünüşte karanlıktır fakat iç alemde nurdur alemin ışığıdır. Korkuda yüzlerce eminlik gizli. Gözün karasında bunca aydınlık var. beden öküzünün içinde şehzade var. defineyi bir yıkık yere gömmüşsün. Bu suretle de bir kart eşek, o güzelim defineyi anlamasın, ondan kaçsın; yani iblis, öküzü görsün padişahı görmesin diyorsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder