26 May 2009

ŞÜPHE



Hikaye 106 Cilt 5


Birisi çiledeyken rüyasında, bir yolda gebe bir köpek gördü. Ansızın köpeğin karnındaki enciklerin havladığını duydu. Encikler ortada yoktu. Köpek yavruları ana karnında nasıl havlar diye bir hayli şaştı.
Hiç köpek enciği anasının karnında nasıl havlar? Alemde bunu kim görmüştür? Uykudan uyanıp kendine gelince şaşkınlığı an be an artıyordu. Çilede kimse yoktu ki düğümü çözsün? Bu işi anacak yüce ve ulu Tanrı tapısından halledebilirdi.

Dedi ki: Yarabbi, bu müşkül iş, bu dedikodu nedir? çilemde şaşırdım seni zikretmeden kaldım. Kanadımı aç da uçayım, zikir bahçesine ve elmalılara gideyim. Hafiften derhal ses geldi: Bu, bil ki bilgisizlerin lafına benzer. Örtüden, perdeden dışarı çıkmamış, gözü bağlı. Fakat yine de beyhude yere söylenip durur.

Ana karnında köpek enciğinin havlaması beyhudedir. Ne ava yarar, ne gece bekçiliğine. Kurt görmemiş ki onu kovsun. Hırsız gelmemiş ki onu kovalasın. Harislikten ve baş olma sevdasından bakışı görgüsüzdü, fakat laf söylemede atılgan. Müşteri bulma havasına kapılmış, hararetli bir halde, fakat gözü kapalı olarak işe girişmiş.

Ayı görmeden nişaneleri söylemede, köylüyü bu suretle aykırı bir anlayışa sürmede. Müşteri bulmak için, mevki kazanmak için ayı görmediği halde ondan yüzlerce nişane vermede. Kâr veren müşteri, tektir. Fakat onlar, bu müşteri hakkında şüphe ve zan içindedirler. Hiçbir ululuğu, hiçbir değeri olmayan müşteriye hava satar bu adamlar.

Bizim müşterimiz Tanrıdır, “Allah satın alır.” Artık sende her müşterinin derdine düşme, kurtul bu işten. Seni arayan müşteriyi ara, senin başlangıcını ve sonunu bilen müşteriyi bul. Kendine gel. Her müşteriye el atma. İki sevgiliyi sevmek kötüdür. O, satın alsa bile ondan kar elde edemezsin. Onda akla fikre değer verme kabiliyeti yoktur.

O, yarım nal parasına bile sahip değilken sen tutuyor, ona yakut lâl gösteriyorsun. Şeytan, nasıl kendisini taşlanmış bir hale getirmişse hırs da tıpkı onun gibi seni kör etmiş, her şeyden mahrum bırakmıştır. O, azapçı şeytan, Fil ashabı ile Lüt kavmini nasıl taşlatmışsa onları da tıpkı öyle taşlatmış, helak etmiştir.

Müşteriyi, sabredenler bulurlar. Çünkü onlar, her müşteriye koşmazlar. Kim o müşteriden yüz çevirirse o adamdan baht da yüz çevirir, ikbal de, ebedilik de. Darvan’lılar nasıl haset yüzünden ebedi olarak hasrette kaldılarsa, haris olanlar da ebediyen hasrette kalmışlardır.

Temiz bir Tanrı adamı vardı. Aklı, her şeye erer, işin sonunu görürdü. Yemen ülkesine yakın Darvan şehrindendi, sadaka vermekle, güzel huylu olmakla şöhret kazanmıştı. Civarı yoksullarla Kâbe kesilmişti. Bir şey umanlar hep onun etrafına gelirlerdi. Riyasız olarak mahsulünün onda birini verir, buğday samandan ayrıldı mı tekrar, öğütülüp un haline geldi mi, ekmek pişirildi mi yine onda birini verirdi.

Her elde ettiğinin onda birini verir, ektiğinin öşrünü dört kere yoksullara dağıtırdı. O, yiğit her zaman bütün oğullarına vasiyetlerde bulunur; Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için benden sonra hırsınıza uyup yoksulların hakkını vermezlikte bulunmayın. Bu onda birleri verin de Tanrı koruması ile mahsulünüz elinizde kalsın.

Tahmine şüpheye hacet yok, mahsulleri gayp âleminden veren de Tanrıdır, meyveleri veren de. Gelir zamanında harcarsan bu harcama kar kazancıdır, kar edersin. Köylünün çoğu tarlasından elde ettiği tohumu yine eker. Yediğinden fazlasını yine tohumluk yapar. Çünkü tekrar mahsul elde edeceğinden şüphe etmez.

Tohumu, o yerden elde ettiği için yine o yere saçmaktan çekinmez. Kunduracı da ekmeğinden arttırdığı parayla gön ve sahtiyan satın alır. Elime ne geçiyorsa bunlardan geçiyor. Kapalı rızkım bunlarla açılıyor der. Eline geçen para o yüzden geçtiğinden parasını ona sarf eder. Fakat bu yer ve deri ancak perdedir. Asıl rızkı, her an Tanrıdan bil.

Elde ettiğin karı, elde ettiğin yere ekersen birine karşılık yüz bin elde edersin. Tutalım şimdi sebep sandığın yere tohumu ektin. İki üç yıl o tohum bitmez, mahsul vermezse ne yaparsın? Tanrıya yalvarmadan el açıp dua etmeden başka elinden ne gelir?

Tanrı huzurunda elini başına vurursun. Bu el ve baş, bu çırpınış, rızkı onun verdiğine tanıktır. Bu suretle anlar bilirsin ki rızkın aslının aslı, odur. Rızk arayan da onu arar. Rızkı ondan ara, Zetyd’den, Amr’dan değil. Sarhoşluğu ondan iste esrardan, şaraptan değil.

Zenginliği defineden, hazineden, mal mülkten değil, ondan dile. Yardımı amcadan, dayıdan değil ondan iste. Çünkü sonunda bütün bunları bırakıp gideceksin. Kendine gel de o zaman kimi çağırıyor, kimden imdat istiyordun, bir düşün! Şimdi de onu çağır, ondan başkalarını bırak. Bırak da cihan mülküne varis ol.

Bir zaman gelecek ki “adam, kardeşinden kaçacak”, oğul babasından ürkecek. O anda her dost, düşman kesilecek. Çünkü onlar, senin putundu, yoluna mani oluyordu.

Yüzünü nakkaştan çevirmiştin ve nakşa tutmuştun. Çünkü gönlün, o suretle hoşlanıyor, o nakışla avunuyordu. Şimdi de dostların seninle zıt olurlar, senden yüz çevirip sana düşmanlığa kalkışırlarsa, hemencecik de ki: İşte, günün aydın oldu. Yarın olacak şey bu günden oluverdi. Buradakiler hep bana zıt oldular. Kıyamette böyle olacaktı ya, bu hal, bana daha önce gelip çattı.

Günümü onlarla geçirmeden, ömrümü onlarla bitirmeden ne olduklarını anladım. Eğer bu hal olmasaydı ayıplı bir kumaş satın almış olacaktın. Şükürler olsun ki o kumaşın ayıplı olduğunu daha önceden öğrendin. Elimdeki sermaye, elimden çıkmadan işi anladım, yoksa yine sonunda o kumaşın ayıbı meydana çıkacaktı.

Mal da gidecekti ömür de. Bir yırtık kumaş için malımı da verecektin canımı da. Malımı mülkümü verip kalp para alacaktım, sonra da sevine, sevine evimin yolunu tutacaktım. Şükürler olsun ki altının kalp olduğunu, ömrümü o yüzden harcamadan meydana çıktı. Yoksa kalp, ta sona kadar boynumda kalacaktı. Boş yere de ömrümü zayi edecektim. Mademki paranın kalp olduğu şimdiden anlaşıldı, ben de ondan ayağımı hemen çekeyim.

Dostun, sana düşmanlık eder, hasedini, kinini dışarıya vursa, senden yüz çevirdiği için feryat etme. Kendini ahmak ve bilgisiz bir hale düşürme.

Tanrıya şükret yoksullara ekmek ver ki onun çuvalında eskimedin, yıpranmadın. Ebedi ve doğru bir dost aramak üzere çuvalından tez çıktın. Ne nazlı, ne vefalı sevgidir o ki ölümünden sonra bile dostluğu bir katken üç kat olur, bağlılığındaki kuvvet üç kat artar.

O dost, ya padişahtır, yüce bir sultandır, yahut da padişahın makbulü olan yanında şefaati kabul edilen bir kuldur. Düzenbaz, hileci, riyakar dosttan kurtuldun, ölmeden önce onun düzenini riyasını gördün.

Eğer alemde halkın sana şu cefasını bilsen bu, sence gizli bir altın hazinesi sayılır. Halkı, sana karşı kötü huylu eder de sonunda çaresiz kalırsın, hepsinden yüz çevirirsin. Şunu iyice bil ki nihayet hepsi de düşman olacak, baş kesici hasım kesilecektir.

Sen de mezarda tek Tanrı’dan “Yarabbi, beni tek bırakma” diye feryat edeceksin. Ey cefası vefalıların ahdinden güzel olan dost, vefalıların bal gibi vefaları da sendendir.

Ey ambar sahibi, sözü aklından duy da buğdayını Tanrı yerine saç! Saç da hırsızdan da emin olsun, buğday bitinden de. Şeytanı, Şeytanın oğlu ile beraber çabuk öldür.

Çünkü o, seni yoksullukla korkutup durmadadır. Ey erkek çakır kuşu, ceylan avlar gibi avla onu. Padişahın, muradına erişmiş yüce doğanı, ceylana avlanırsa ayıptır. Adam bu çeşit bir hayli öğüt tohumları ekti ama oğullarının yeri çoraktı bir fayda vermedi.

Öğütçü, yüzlerce çalışıp çabalasa öğüdü duymak ve kabullenmek için dinleyende kabul edici kulak gerek. Sen yüzlerce lütuflarda bulunarak ona öğüt verirsin ama bu öğütün, onun kulağına bile girmez.

Duymayan inatçı bir adam, yüzlerce söyleyeni aciz bırakır. Peygamberlerden daha öğütçü, daha güzel sözlü kim vardır? Nefesleri taşa bile tesir eder. Fakat dağ taş bile onların sözlerini duydu, sözleri dağa, taşa bile tesir etti de bahtı kötü kişinin bahtı açılmadı gitti.

Bizlik benlik kaydına düşen gönüller, onların sözlerine karşı taştan da katı bir hal alırlar. Bir gönlün ıslah olmasına çare, insanı halden hale döndüren Tanrının ihsan ve lütfudur. Onun vergisine de kabiliyet şart değildir. belki kabiliyete sahip oluşa şart, onun lütuf ve ihsanda bulunmasıdır. Tanrı vergisi içtir, kabiliyet, deri.

Şunu görsene: Musa’nın sopası ejderha olmada, avucu güneş gibi parlamada. Peygamberlerin aklımıza fikrimize sığmayan yüz binlerce mucizeleri, sebeplerden olmamıştır, Tanrı yaratması ile olmuştur. Yoklara kabiliyet nereden geliyor? Kabiliyet, Tanrı işinde şart olsaydı hiçbir yok varlık alemine gelmezdi.

Arayanlar için bu gök perdenin altında bir adettir koydu, sebepler ve yollar yarattı. Olan şeylerin pek çoğu o adete göre olagelir. Fakat bazı da olur ki kudret, o adeti yırtar, kaldırır. Hoşluk tatlılıkla adet, yol yordam koydu ama sonra da o adeti, o yolu yordamı yırttı, adına mucize dendi.

Sebepsiz olarak bize yücelik gelmez. Gelmez ama kudret, sebebi kaldırmada aciz değil. Ey sebebe kapılan, sebepten dışarı uçma. Fakat sebebi yaratanı da abes sanmaya kalkışma. Sebebi yaratan Tanrı, ne dilerse yapar. Mutlak olan kudret, sebepleri de yırtar, ortadan kaldırır. Fakat arayan muradına erişsin diye çok defa, yaptığı işleri sebeple yapar, sebeple yaratır.

Sebep olmasa mürit nasıl yol arasın? Şu halde yolda sebeplerin görünmesi lazımdır. Bu sebepler, görüşlere perdedir. Çünkü her göz, onun sanatını görmeye layık değildir. Sebebi yırtacak bir göz gerek ki perdeleri kökünden çekip çıkarsın. Bu suretle de mekansızlık yurdunda sebepleri yaratanı görsün, çalışmayı, kazancı dükkânı saçma ve beyhude saysın. Her hayır ve şer, sebebini yaratandan gelir. Babacığım sebep ve vasıtalar.

Bir zamancağız gaflet devri yürüyüp gitsin diye ana yolun üstünde toplanmış bir hayalden başka bir şey değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder