27 May 2009
AHMAKLARDAN DAĞA KAÇIŞ
Hikaye 137 Cilt 3
Meryem oğlu İsa, sanki bir aslan kanını dökmek istiyormuş da ondan kaçıyormuş gibi bir dağa kaçıyordu. Birisi, ardından koşup dedi ki: “ Hayrola peşinde kimse yok, neden böyle kuş gibi kaçıyorsun?” İsa, öyle hızlı koşmaktaydı ki acelesinden cevap bile vermedi. Adam, bir müddet İsa’nı peşinden koştu.
Ardını bırakmayıp bağırmadı bağırdı: “ Allah rızası için bir an olsun dur. Neden kaçıyorsun. Merak ettim. Ardında be aslan var, ne düşman. Ne bir şeyden korkmana lüzum var, ne bir şeyden ürkmene sebep! O tarafa doğru neden koşuyor, kimden kaçıyorsun a kerem sahibi?”
İsa dedi ki: “ Bir ahmaktan kaçıyorum. Yürü, benim yolumu kesme, kendimi kurtarayım!” adam dedi ki: “ Körün gözlerini, sağırın kulağına açan Mesih sen değil misin? İsa “ Evet, benim” dedi. Adam “gayb afsunlarına me’va olan. O afsunu ölüye okuyunca ölüyü, av bulmuş aslan gibi sıçrayıp dirilten padişah sen değil misin!” dedi.
İsa “ Benim” dedi. Adam dedi ki: “ A güzel yüzlü, topraktan kuşlar yapan sen değil misin?!” İsa. “ Evet benim” dedi. Adam “ Peki, öyleyse ey tertemiz ruh, dilediğini yaparken kimden korkuyorsun? Alemde bu kadar mucizelerin varken senin kullarından olmayan kim?”
İsa dedi ki . “Teni eşsiz örneksiz yaratan, canı ezelden halk eden Tanrının tertemiz zatına ant olsun. Onun pak zatiyle sıfatları hakkı için felek bile yenini, yakasını yırtmış, ona aşık olmuştur. O afsunu, o ism-i Azam’ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum, kulakları duydu.
Taş gibi dağa okudum, yarıldı göbeğine kadar hırkasını yırttı! Ölüye okudum dirildi. Hiçbir şey olmayan vücudu bulunmayan şeye okudum, meydana geldi,bir şey oldu! Fakat ahmağın gönlüne yüz binlerce kere okudu, fayda vermedi. Mermer bir kaya kesildi, ona tesir bile temdi. Adeta kuma döndü, ondan bir şey bitmesine imkan yok!”
Adam, “ Tanrı adının köre, sağıra ölüye tesir edip de ahmağa tesir ermemesinin hikmeti ne? Onlar da illet, bu da illet. Neden onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?” dedi. İsa dedi ki. “ Ahmaklık, Tanrı kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir, bir iptiladır. İptila, acınacak bir illettir, ona kul da acır, Tanrı da.
Fakat ahmaklık öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla konuşan da! Ahmağa vurulan dağ, Tanrı mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkanı yok!” İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice kanlar döktü! Hava,suyu yavaş, yavaş çeker, alır ya ahmak da dininizi böyle çalar, böyle alır işte.
Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı iştiyakı çalar, size soğukluk verir! İsa’nın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size öğretmek için kaçmıştı. Zemheri rüzgarları alemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne gam?
Hatırıma Seba’lıların hikayesi geldi. ahmaklık yüzünden seher yeli, onlara veba kesilmişti. Seba, çocuklardan duyduğun masallardaki gibi pek büyük bir şehirdi. Hani çocuklar masal söylerler ya fakat masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır. Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma sakın!
Bütün viranelerde define aramaya koyul! Seba şehri, pek büyük, pek azametli bir şehirdi. Büyüklüğü bir tepsiden fazla değil! Pek ulu, pek geniş, pek uzun, pak kocamandı, bir soğan kadar! On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış üç kişiden ibaret!
Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o üç ham adam! Canana ulaşamayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile olsa yarım tenden ibarettir. Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör, Süleyman’ı görmezdi de karıncanın ayağını görürdü!
Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Adeta bir defineydi. İçinde yarım arpa kadar bile altın yok! Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun! Kör dedi ki: “ İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.”
Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi. Çıplak “ Benim korkum da şundan: gelirlerse elbisemin eteğini keserler!” dedi. Kör dedi ki: “ İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan, bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.”
Sağır dedi ki: “ Hakikaten dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor, haydin! Çıplak, eyvahlar olsun, dedi. Gelirlerse tamah ederler, elbisemi alırlar, ben hiç emin değilim! Şehri bırakıp çıktılar, koşa, koşa bir köye geldiler. O köyde semiz bir kuş buldular, kuş pek semizdi, vücudunda zerre kadar et yoktu, öyle arıktı ki!
Ölmüş bir kuştu, karalgarın gagalamasından kemikleri bile incelmiş, ipliğe dönmüştü. aslanların avlarını yemesi gibi o kuşu yediler üçü de tok filler gibi semirip şiştiler. Üçü de üç tane besili, semiz ve büyük file döndüler. Üç genç de öyle şişmanladı ki şişmanlıktan aleme sığamaz oldular!
Bu kadar şişmanlıkta, bu koskocaman kelleyle, kulakla, bu iri yedi endamla beraber kapının çatlağından süzülüp geçtiler! Ölüm de halka görünmez, ölümün yolu da gizlidir. Ölüm de göze gelmez. Acayip bir çıkış yeridir. İşte bak, kervanlar birbiri ardına ulanmış, o kapının gizli çatlağından geçip gitmede! Fakat o çatlağı arasan göremezsen. Pek gizlidir ama ondan bunca kişileri geçirdiler, gelin evine güvey götürür gibi götürdüler.
Sağır, istektir, dilektir. Bizim ölümümüzü duydu da kendi ölümünü duymadı, kendi görünüşünü görmedi. Kör d hırstır. Halkın ayıbı zerre kadar göremez, fakat gene de alemin ayıbını arar! Çıplak, elbisesinin eteğini kesecekler diye korkuyor ama çıplak adamın eteğimi olur ki kessinler!
Dünyaya kapılan da hem müflistir, hem de korkmakta, halbuki hırsızlardan hiç de korkmaması lazım. Zaten dünyaya çıplak geldi, çıplak gidecek böyle olduğu halde hırsızlardan korkusundan yüreği kan olmakta. Fakat hayattayken bunca feryad-ü figan etti. Ağlayıp sızladı ya.
Ölürken kendiside bu korkusuna şaşar güler. O zaman zengin hiçbir pulu olmadığını zeki hiçbir hüneri bulunmadığını anlar. Hayattaki bu korku, eteğine saksı kırıkları doldurup da kendisini mal sahibi sanan, onları kaybedeceğinden korkan, onların üstüne titreyen çocuğun korkusuna benzer.
O saksı kırıklarından bir parçasını bile alsan ağlamaya başlar; geri verirsen de sevinir. Gülmeye koyulur. Bilgi elbisesini giymedikçe çocuğun ağlamasına da ehemmiyet verilmez, gülmesi de. Ahmak da eğreti malı kendisinin sanır da onun üstüne titrer. Hay aşağılık adam hay!
Uykuda kendisini mal sahibi görür, çuvalını hırsız çalacak diye korkar! Fakat kulağı çekildi de uyandı mı kendi korkusuyla kendisi alay eder. Bu cihanın aklına, bu alemin bilgisine sahip olan alimlerin korkusu da buna benzer. Hünerlere fenlere sahip olan bu akıllılara tanrı kuran’ da “ Onlar bir şey bilmezler” dedi.
Her biri kendisinde bilgi var zannına kapılır. Da birisi çalacak diye korkuya düşer. Zamanımı alıyorlar der. Halbuki bir fayda, bir kar elde eden kişinin zamanı zaten onda yok! Halk beni işimden, gücümden alıkoydu der. Ama canı ta boğazına kadar işsizliğe, güçsüzlüğe dalmıştır.
Çıplak adam elbisemi sürüyüp duruyorum. Eteğimi onların pençesinden nasıl kurtaracağım der! Alim de bilgilerin yüz binlerce çeşidini bilirde zalim herif kendisini bilmez. Her cevherin haysiyetini bilir de kendi cevherine gelince bir eşeğe döner! Be hey alim, sen ben caiz olan şeylerle caiz olmayanları bilirim dersin ama kendin caiz misin, işe yarar mısın, yoksa bir kocakarı mısın? Bundan haberin yok!
Bu yerinde doğru şu yerinde değil eğri bunu biliyorsun ama sen doğru musun, eğri mi? Bir de iyice bak! Her kumaşın değeri nedir? Biliyorsun da kendi değerini bilmiyorsun. Bu ahmaklıktır. Yomlu yıldızlarla yomsuz yıldızları biliyorsun. Fakat sen yomlu musun, yoksa cem cenabet biri misin? Buna bakmıyorsun bile?
Bütün bilgilerin ruhu budur bu. Mahşer günü ben kimim, ne hale geleceğim; demen bunu bilmen gerek! Din usulünü bildin ama kendi aslın kendi mayan iyiyse bir de ona bak, onu bil! Seni için bu iki usulden kendi aslını bilmeme daha iyidir ey ulu kişi!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder